23 Haziran 2011 Perşembe

Dayı Olmak Demek Ne Demek?

Panik olmamak lazım en baştan. Hayır abim henüz evlenmedi. Yıllar sonra kayıp, evli ve çocuklu bir kardeşim de çıkmadı. Peki nasıl yeğen sahibi oldum? Annemin kuzeni Özlem ablamın ve eşi Süleyman abimin bir çocukları olmuştu 6 ay kadar önce. İsmi Eslem. Özlem ablam teee küçüklüğümden beri beni kardeşi olarak görür ben de onu abla bildim tabi. Böylece çok fazla düşünmenize gerek kalmadan evet ben de dayı oldum diyebiliriz.

Şimdi Özlem ablamlar bizde misafirlikteler. Onlara misafir denmez tabi ki ama şimdilik öyle diyelim. Nereye bağlayacaksan artık bağla diyorsanız tabi ki Eslem'e bağlayacağım. Eslem 6 aylık yukarıda da belirttiğim üzere. 65 cm boyunda. Çok fazla bir meziyeti yok, bütün bir günü uyumak, yemek yemek, altına yapmak, kendisi ile ilgilenen büyükleri eğlendirmek şeklinde devam eden bir döngü içinde geçiyor. Zaten ondan daha fazlası da beklenmiyor. İlginç olan kısım büyükleri eğlendirme kısmı, diğer kısımlar adiyattan sayılıyor bir bebeğin hayatında. 

Her gece istisnasız, oturuyoruz salonda Eslemi yere, gösteri yapacağı sahnesine(ya da örtüsünün üzerine) çıkarıyoruz ve onu izliyoruz saatlerce. Kimi zaman ayaklarını tutup bırakarak spor yapıyor. Kimi zaman önüne koyduğumuz renkli bir cismi (artık poşet olur meyve olur) dakikalarca yakalamaya ve parmakları ile kavramaya çalışyor. Hiçte kolay vazgeçmiyor. Bir su şişesini minik parmakları ile kavramaya çalışırken yüzünde oluşan kararlılık ifadesini ben daha önceden görseydim muhtemelen sınavlara çalışma konusunda daha sebatlı davranırdım. Karnı acıkmaya başladığında bedeni ile yiyeceğe gösterdiği iştiyakı ben her yemekten önce gösterseydim 65 değil 85 kilo olabilirdim.
Eslemin yüzünde bu duyguların bu kadar saf bir şekilde tezahür etmesini de henüz aklının ve kalbinin büyümüşlük ile kirlenmemesine yoruyorum ben. Tabi ki böyle kalamayacak ve büyüdükçe bize daha çok benzeyecek. Artık duygularını göstermenin değil gizlemenin bir erdem sayıldığını öğrenecek. Her istediğini açıkça söylemek yerine gizlice kafasında kurmacalar üretmenin daha akla yatkın olduğunu görecek. İhtiyacından fazlasının onu rahatsız ettiğini unutacak belki de, bitmeyen tükenmeyen bir isteğe sahip olacak. Şimdi bizi eğlendiriyor ileride belki de pek çoklarının yaptığı gibi samimiyetini kaçak malzeme ile inşa edip insanlarla eğlenecek. Allah sonunu hayır etsin yeğenimin. Karşısına kendisinin şu anda olduğu gibi temiz insanları çıkarsın hayatının her evresinde ve bize benzemesin. Olduğu gibi kalsın inşallah. Nasıl başladık nasıl bitirdik. Bu yazıların nereye gideceği hiç belli olmuyor arkadaş. Bir iki resmini koyacağım Eslem'in. Gören maşallah desin. Başmıza iş almayalım sonra.



Nasıl da şaşırmış yavrucak!
Günlük sporu da bu hanımefendinin...

17 Haziran 2011 Cuma

Simyacı

Simyacı, uzun zamandır aklımın bir köşesindeki okunacak kitaplar listesinde yer alan bir kitaptı. Zannedersem lisede bir arkadaşımı okurken görmüştüm, orada ilgimi bir anlığına çekmiş olacak ki yazmışım kafama. Sonra kitabı yerinden, yani Can Yayınlarından almak nasip oldu üç, dört ay önce. Okumakta bir hafta önce nasip olmuştu. Geriye yazısını yazıp okundu rafına koymak kalmıştı. O da oldu.

Simyacı, Paulo Coelho'nun kendisine en çok ses ve ün getiren romanı dersem mübalağa etmiş olmam heralde. Tüm dünyada 30 milyondan fazla satmış olmak, bir kitap için küçümsenebilecek bir mesele değil zira. Kitap oldukça güzel ve anlaşılabilir bir dille tercüme edilmiş. Yazarın anlatımı nasıldı bilinmez ama çevirmenin çevirisi gayet hoş olmuş. Hikayeye gelirsek, belki çok tepki çekerim belki hiç sallanmam ama benim için hikaye fazlasıyla oryantalist ve kişisel gelişim(NLP) öğeleri ile doluydu. Bazı kısımlarda yer yer "Allahım bu kitapta bu da mı karşıma çıkacaktı?" veya "Off! Hep Araplar deveye biniyor, nargile içiyor, peçe ile dolaşıyor" demedim değil. Ben gittim gördüm, oralar öyle değil arkadaş. Olmamış Paulo. Hikayede akıcılığı dili, dil oyunlarını kullanarak sağlamışsın ama benim karnım toktu açıkcası bu hikayeye. "Tamamen Duygusal" sebeplerle yazmışsın gibi olmuş, Allah bilir niye yazdığını da.

Tabi şimdi birisi çıkıp "Lan ibiş, çok biliyorsun madem kendin daha güzelini yaz" diyebilir. Olabilir belki ben daha güzelini yazabilecek kudrete, yeteneğe sahip değilim ya da "Sana mı soracağım dangoz" diyebilirim ama bu hoşuma gitmeyen bir şeyi eleştiremeyeceğim anlamına gelmiyor. Gerçi kimsenin çıkıp bir şey diyeceği de yok ya neyse. Bunların dışında kitap çabuk okunuyor. 184 sayfalık kitaba harcayacağınız mesai 6-7 saat gibi bir süre muhtemelen. Taş çatlasın 10 saat olur. Onu da aşmayın bence yazıktır. Vel hasıl-ı kelam, başka kitapları nasıldır bilmem, tek kitabına bakıpta Paulo Coelho'yu bir kenara atacakta değilim lakin Simyacı benim içn bekleneni vermedi. Hızlı vaktin nasıl geçtiğini bilmeden hem okuyayım hem eğleneyim demekte iseniz eğer tavsiye olunur. Başka amaçlarla kitaba yaklaşmak isteyenler beri dursun!

NOT: Dangoz = Dangalak + Moloz

9 Haziran 2011 Perşembe

YEK










Yukarıda kronolojik sıra ile bizatihi ben tarafından çekilmiş profil fotoğrafları verilmiş olan insan Yusuf Evrim Kılıç. Aslında bu nicki (YEK) kullanmıyor kendisi ama benim adım Yusuf Evrim Kılıç olsa ben kullanırdım şahsen. Kendisi ile birinci sınıfın ilk döneminden beri tanışıklık hali içindeyiz. Bu durumdan da kendim adına gayet memnunum. Bu yazıyı da niye yazma gereği duydum, içimden geldi. Biraz yıllık tadında bir yazı olacak belki ama olsun. Evrim gelsin de şuraya iki yorum yazsın ortalık şenlensin canım.
Şimdi efendim nasıl tanıştık nasıl konuştuk tam hatırlamıyorum. Sanki Evrimle okul ilk başladığından beri muhabetimiz varmış gibi geliyor şu anda, başını hatırlamıyorum. Bildiğim tek şey hemen hemen pek çok derste yan yana oturmuş olduğumuz. Kendisinin bana imzalayıp verdiği tezinde de söylediği gibi birbirimizin silah arkadaşıyız. Çok büyük bir aksilik olmadığı sürece genelde aynı derslerden birlikte kaldık ve geçtik. Bir kaç aksilikte şunlardır: O toplojiden geçti, ben kaldım, ben sürekli ikiden ve veri analizinden geçtim, o kaldı. Sonra o MAT IV'ten geçti, ben kaldım. O dinamikten geçti, ben kaldım.(Evrim senin geçtiğin kadar kalmışım he) Önemli olan kim geçti kim kaldı meselesi değil dostlar, mesele bizim kendisi ile Şampiyonlar liginde yarışmıyor oluşumuzdan mütevellit hemen hemen her dersin vizesinden sonra " Evrim ben kalacağım galiba abi, Selman ben kaldım abi" cümlelerini kurup aynı korkuyu birlikte yaşamız olmamızdır mesele. Biz dört seneyi böyle korku içinde geçirdik belki ama korku bizim harcımız, dersten geçmek borcumuz oldu.
Neler yaptık peki kendisi ile bu süre zarfında. Şunu açık bir şekilde söylüyorum, bakın şunu açık bir şekilde söylüyorum, bugün kimse diyemez ki Selman sen en çok X kişisinin yanında gülmüşsün. Burda iki ihtimal vardır: 1) X kişisi Evrimdir. 2) X kişisi yoktur ve benim en çok gülen halimi gören kişi Evrimdir. Bu önermelerin tersi de doğrudur. İspatını ödev olarak bırakıyorum. Güldük delicesine, ipe sapa gelmez şeylere güldük, Evrimin taklitlerine güldük, sürekli II sınavından ben 004, o üç sıfır alınca da güldük, gözümüzden yaş bir tarafımızdan ter akana kadar güldük, çok ders çalışmaktan dolayı beynimiz kulağımızdan aktığında ve SDKM'nin önünden sarhoş gibi geçmemizin sebebi de gülmemizdi. Başımıza da şimdiye kadar bir şey gelmedi çok şükür. Daha da güleriz bence. 
En sonunda ne oldu peki? Bugün sabahtan ikimizde bittik ve artık okeye döndüğümüzü fark ettik. Ne sınavdı, ne sunumdu ne korkuydu hiçbir ....m kalmadı. Ve biz Altar'ın Oğulları Evrim ve Selman AVM'de langırt ve airhockey oynamak suretiyle gelen güzel günlere iyi bir adım attık. Bitti ve başladı...

3 Haziran 2011 Cuma

Batarken Ardında Güneş Tepelerin, Geldi Veda Vakti Teletabilerin

Bit(e)meyen Okul bugün bitti galiba. Aslında benim son finalim dündü. Yani çarşamba günüydü. 4 sene önce açılışı yaptığımız Ulviye Hocamız ile kapanışı da finallerin finali optimizasyon finaline girdikten sonra gayr-i resmi olarak yaptık. Aslında sınavdan sonra her şey bitmiş gibi gelmiyordu. Daha dedim bitirmenin sunumu var hem. İşler öyle şekillenmiyormuş. Bir kaç kişi ile vedalaştıktan sonra bazı duyguların ciddiye binip "Öyle yok öyle bedava kopmaklık ve oynamaklık yok öyle" demesi bana şu yazıyı yazdırıyor şu anda. Bir garip oldum efendim. Durup düşünüyorum ben bu hallere düşecek adam mıyıdm diye, sonradan bakıyorum ki tam da bu hale düşecek adammışım. Okul bitmedi belki de benim kafamda bir şeyler bitti artık. Enteresan, anlatması mümkünsüz şeyler bunlar. O yüzden de anlatmıyorum zaten.
Aslında tam da bitmedi gibi ama biten bazı şeyler bir daha yeniden başlamayacak. Bunun ayırdına varma hissi bir garip ediyor insanı. Okula gideceğim elbette, şu anda burada isim isim zikredemeyecek kadar çok tanıdık, bildik, sevdik insan var. Bir şeyler de farklı olacak muhakkak. Okula gitmekten alınan tat sona erdi mi? Evet. O tat artık olmayacak. AVM'de oturup çay içmenin, kampüs kafede defaatle langırt oynamanın veya yemekhanede yemek yemenin artık eski tadı olmayacak. Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Artık bir tarafım hep eksik kalacak galiba. Kendi duygularımı böyle rezil rüsva bir yazı ile anlatıyor olmakta ayrı bir utanç vesilesi benim için.

Not: Sadece ve sadece yeterince duygusala bağlayıp bağlayamadığımı öğrenmek için bu yazıyı yayınlıyorum.